Çok kıymetli yazarınız, bugün de sizin için yeni bir hastalık denedi ; kan çanağında az haşlanmış ölü balık gözü sendromu adlı rahatsızlık, aşırı uykusuzluk, bolcana makyaj, duygusal çalkantılar silsilesi ve çökmüş bir bağışıklık sistemi gibi etkenler sonucu, vücudun, her türlü mikrop ve virüse açık hale gelmesiyle ortaya çıkıp, genelde dengesiz ve güçsüz bir ruha sahip savunmasız insanlarda görülmektedir.
Küçük kırmızı kıvrımlar, göz yanması, bulanık görme gibi semptomlarla adeta sahibine önlem alması için birkaç gün boyunca yalvaran görme organlarından doğal seleksiyon sonucu en dayanıksız olanı Figür 45.1 de görüldüğü gibi kendini çanağa ilk önce bırakır ve kırmızı bir sosa bulanarak bir müddet beşerlere servis edilir. Figür 45.1
Derken gelen tepkiler gözardı edilemez ve “baba beni doktora götür” denir. Oysa baba size en son eve geceyarısı geldiğiniz cuma gecesinden beri kızgındır, kırgındır ve topu anneye atar. Keza anne de arkadaşlarıyla dandirik bi resim sergisine gitmiştir ve bilumum göz yaşartıcı, malzeme ziyanı tabloyu kucaklayacak ve ancak saatler sonra eve gelebilecektir.
Çaresiz odanızın ışığını kapar ve uyku moduna geçersiniz. İçinizden o günkü sınavda size kopya veren Derya’ ya kumpir ısmarlamayı unutmamayı diler, güzel güzel rüyalar göstermesi için Mr. Sandman e kasideler düzersiniz…
Sonra tüm bunları bir kenara bırakıp, şu muazzam canlı performansı bir blog yazarı olaraktan eş dostla paylaşmak için göğsünüzün 3 parmak altında kıpır kıpır kıpraşan bir şey hissedersiniz ve :
Yazarımız ağır bir farenjit geçirmekte olduğundan yazılarına bir süreliğine ara vermiştir.
Gece itibariyle, sesi kısılmış ve boğazını tıkayan kocaman bademcikleri yüzünden anlamsız sesler çıkarmakta olduğundan telefonlara da bakamamaktadır... Kalan son atımlık nefeslerini de cmts günkü eyleme saklamaktadır...
Ve hepinize sevgilerini gönderip aylardır görmediği kadar rüyayı son iki geceye sığdıran kan ter içinde uykularına geri dönecektir...
Arkadaşlarım bilir, benim harflerle, ama özellikle s ve ş lerle ilgili yıllardır çözemediğim bir sorunum var. Koca alfabedeki nerdeyse her harfin bende bir anısı vardır, işte "r" demeyi şurda, şu kişiden bu şekilde öğrendim.. "j" demek 2 ayımı aldı, bi Halil amca vardı, çok da güsel örgü örerdi, o öğrettiydi, hıı bak en zoru da "ş" idi hala öğrenemedim... gibi.
Düşünün ki 22 yaşında hayatının baharında pırıl pırıl bir genç, bendeniz!!! , içinde s ve ş geçen (ayyh beraber olmasına da gerek yok tek başlarına da geçebilirler ) her kelimeden önce içten içe ya "şemşiye" yahut "fışkiye" dersem diye panikliyorum, hatta mümkünse o karmaşık kelimeyi kullanmayıp daha kolay söylenebilen eş anlamlısını kullanıyorum. Hıı içinde s/ş yok ama "kabiliyet", "rekabet", "kağıt" demeyi de sefmem mesela, neme lazım kelimeyi çıkarmaya çalışırken güzel Türkçemize yeni, daha önce hiç duyulmamış bir sesli harf katarım, Türk Dil Kurumu şilt falan vermeye kalkar, hatta Kültür ve Turizm bakanımız, pişkin ve tonton adam Atilla Koç, Türk alfabesinin 32 harf olması ve yeni sesli harfler bulunması gerektiğine dair düşüncelerine elimde olmayaraktan yaptığım katkılardan dolayı 3 yıllık kuaför ve Nest giderlerimi karşılamayı, siestalarında yanında olup onu pışpışlamamı teklif edebilir.. Gelemem ööle şeylere.. Ben halk adamıyım/kadınıyım/kızıyım... nan ... Hıh.. Halk insanıyım... En güseli
Uzun lafın kısası, Banu Güven'in şu videosunu izleyince içim bir ferahladı, dışardan bu takılmaların bu kadar sevimli görünebileceğini düşünmemiştim hiç... 23 nisan hediyem olsun bu da size.. Bakın ilk politik yazımı yazacaktım ki bu sabah kahvaltısında, akşamdan kalma iki sersem, televizyonda Aile Şerefi' ni ( halihazırda Türk filmleri arasında beni en çok etkileyen, her seferinde izlerken tüylerimi diken diken eden Münir Özkul un müthiş repliği -“dokunma çocuklarıma, dokunma aileme, dokunma gelinime, dokunma bana, yoksa ben, hayatta bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar usta, seni gözümü bile kırpmadan vururum” - nin geçtiği filmdir ) izlerken bir taraftan da ülkeyi kurtarmaya kalkmıştı... Şimdi cumhurbaşkanlığı, körolası Tayyip, Nimet Çubukçu da kim nan, evet 14 Nisan güseldi, anlamlıydı ama o gün oradaki bilinçli & bilinçsiz kalabalıkların oyları seçimde tek bir parti altında birleşmedikçe -ki şu haliyle bu mümkün görünmüyor - sonuçsuz bir oluşum olacaktır gibisinden can sıkıcı söylemlerde bulunup bu güzel ve manidar günü gölgelemeyeceğim.. Hemen öpüp kaçacağım efendim.. Hıı bi de yıllar sonra sanırım grip oldum... Jüjü'me müjdeler olsun :D
İyi günlerde ve sağlıcakla kalın
Yazı esnasında nerden estiyse mırıldanılan :Zülfü Livaneli- Nefesim Nefesine
Dikkatimi celbetti ne zamandır tavsiye temalı postlara imza atmamışım, yok ayaam sakat, yok aşık oldum & eller aldı, yok aypodum kayboldu/bildisarayım bozuldu, ablam ıslak kek yaptı, dötüm tavan yaptı vs... Tamam halen daha bir masa lambam olmayabilir ama bu, bloğumu takip eden milyonları da cehaletin sonsuz karanlığında bırakmam gerektiği anlamına gelmiyor, değil mi benjamin ?
Bu sebeple tüm iyi niyetimle, istanbulun coşuk lalezarlarının etkisi altında kalaraktan bloğuma eski şaaşaalı didaktik yapısını geri kazandırmaya çalışacağım, ve bunu 2 adet, vazgeçtim 2 adet + yarım porsiyon önerisiyle servis edeceğim. Türk kaavesinin yanında su vermeyen "starfucks" ı kınarken çarşamba günü genel olarak havanın mevsim normallerinde seyrediceğini, lakin öğlen saat 3 civarı boğaz köprüsü semalarında,kısa bir süre için bol baharatlı bir hortum kadayıfı belireceğini müjdelerim. O sırada, Anadolu Yakasına geçmek üzere sol şeritte seyreden bir motorsikletli kurye sıkışan trafikte yan arabada Kissing Is Easy nin "tell me what you're gonna do tonight she's gonna" kısmısını sölerken coşmakta olan bir bağyanı süzmekte olup, Marmara Üniversitesi Göztepe kampüsünden evine dooru fiti fiti yürüyen sena adlı bağyan ise öndeki teyzenin hobarey diyerek yere attıı banka fişini en yakın çöp kutusuna atılmak üzere arkasından alıp hımhım da humhum diye söylenerekten yürümeye devam edecekti.. Ama onu kimse süzmeyecekti, süzse bile bu, muhtemelen o esnada dolmuştan geçmekte olan, sonradan best model turkey seçilecek olan ama şuanda istanbul kültür üniversitesi sahne sanatları bölümünde okumakta olan bir er kişi olcaktı ve sena kızımız sarışınlardan hoşlanmadığı için zaten bi şekilde bu ilişki çıkmaza girecekti...Evet...Çarşamba günü bunlar olacaktı....
Gelelim tavsiyelerimize :
Pretty Balanced dinleyip seven bünyelere ilaç gibi gelecek ama mp3 lerini bulanların iki kaşının ortasından öpülecek bi grup :
Bu hanım kızlarımız * Avusturya'nın bağrından kopmuş, isimlerinin manası hususunu şu şekilde :
" Alalie : Derived from Greek and Latin 1. "without a tongue" 2. the inability to speak.
Lilt (n.) : 1. rhythmic swing or cadence. 2. a lilting song or tune. "
açıklamış, son derece şirin bi vokale(aynı zamanda şarkıların hepbirinin söz yazarı) sahip, haklarında ingilizce kaynak bulmakta epey zorlanılan, myspace de dahi izine rastlanılmayan in cin misali içi dolu fıçıcık 5 kişilik bir topluluk... "hay ben senin grup tanıtımına, sana bu bloğu veren zihniyete" şeklinde serzenişte bulunanınız olursa 2 gündür uyu(ya)madığımı, birkaç saat sonra x-ray diffraction die bi dersten sınavım olduğunu, uykum her geldiğinde olduğu gibi burnumun akmakta olduğunu, gözlerimde ortaya doğru uzanan kırmızı kırmızı kıvrım kıvrım damarlar oluştuğunu,18 saattir sıfatımda duran fondotenin dokundukça verdiği yapışkanlık hissinin rahatsız ediciliğine katlanmak zorunda kaldığımı, müzik dinlerken aynı zamanda tutarlı şeyler yazmamın, odaklanmamın vs. pek bi zor olduğunu hatırlatarak çok merak ettiyseniz buyrun burdan yakın diyorum :
* Bateride bi abi var ama onun için girl band vasfını bu maharetli bağyanların elinden almak istemiyorum, ayrıca kadınların bateri konusunda yeteneksizliklerini anlamakta zorlanır gibi oldum bi an, sonra durup düşündüm de neden olmasın dedim...her cins her şeyi yapabilmek zorunda değil ki... babam da tortellini pişiremiyo mesela.. ben ise içine yımırta kabıı düşürmeden omlet yapamıyorum, hmm çelişkiler yumağına düştüm sanırsam.. yumak demişken örgü öğrenesim var, çeyiz düzesim var o konuya da bilahare deyinirim belki kim bilir )
• Ve işte 2. tavsiyemiz..sağlıklı yaşam için hergün 2 kadeh çilekli milkshake dermişim.. hayır demem tabi, Bitch And Animal derim :
last fm'deki wikipedia dan arak açıklamayı üşenenler için kesip biçip aktarıyorum:
2 kişiden mütevellit bir "queercore" grubu olan B&A müzik tarihinin henüz tozlanamamış sayfalarına gömülmüşse de kanımca takdire şayan bi gruptur, tabii ki wikipedia bööle demiyo, hay allam çok uykum var yaa, ehmm efenim bunlar kendi isimlerini kullanmıyolarmış işte bazı politik ve artistik nedenlerden ötürü, 2004 yılında ayrılmalarından beri bitch bi tarafta animal(ki pissed adlı şarkının sonunda bu isme layık olduğunu hunharca kanıtlamaktadır kendisi) bi tarafta müzikaldi, yeni yeni gruplardı takılıyorlar..Yazık olmuş, keyifli gruplarmış nitekim.. Aynı şekilde merak eden olursa grupla ilgili şu yazıyı :
okuyabilirler. benim çok uykum var, sonra okurum zaten birazdan sınava gideceğimdir (yalaan biraz kestiriim diyip başımı şuan bikaç cm ötemdeki yastığa koyacak ve uyuyakalacağım, derya cep telefonumdan dumanlar çıkana kadar arııcak uyanacağım ümidiyle ama mamafih o esnada ben rem in en ruh okşayıcı dehlizlerinde dolaşıyo olacağım)
Sparkly queen areola, boy girl wonder, best cock on the block, blah do blay, don't do crystal şarkıları da dinlemeye değer...
• Hımm bi de yarım porsiyon demiştik di mi,onu da myspce keşfimle doldurayım. Indie/art rock kategorisindeki Kansas city nin bağrından kopmuş gelmiş grubumuz hakkında dün okuduklarımdan tek aklımda kalan, adlarının aslında Veda olduğu ama Veda adında bi Fransız progressive metal grubu olduğu için hukuki bi sorundan ötürü adlarını Vedera olarak değiştirmek zorunda kalmaları ve o an bunun bi müzik grubu için ne kadar b.ktan bişey olduğunu düşündüğümdü.
Bunlar böyle müzik dünyasına yeni bişey katmıyor ama dındırı dındırı bi şekilde dinleniyor da, ben de anlamadım niye sevdiğimi bunları...
Çıldıracaım sevgili blog, uyuyamıyorum, sabahları 5 buçuklara kadar bi sağa bi sola, yastık santim santim turlanıp bikaç yüz bin defa ters yüz ediliyor, ara sıra dellenip oturur vaziyet alınıyor,sonra karanlıkta amaçsızca dikilirken “ee kalktım hadi,ne b.k yiicem şindi ” diip geri aynı kısır döngünün kucağına yatılıyor...
Bişey dinleyesim, okuyasım, yazasım da yok... Ööle aptal aptal onu düşünüyorum, nerde napor aceba die, sonra dayanamayıp ( az önce yaptığım gibi ) deviantarta giriyorum.. deliriyorum.... yat zıbar be kadın nie sinirin bozulcağını, umutların harap ve bitap düşeceğini bile bile açıyosun o kahrolasıca siteyi...
Bigün vermek kısmet olur belki diye minik pembiş bi defter tutuyorum onun için, kızıyorum yazıyorum, özlüyorum yazıyorum, heyecan yapıorum yazıyorum... Sonra o patates burunlu, çemçük ağızlı cibiliyetsiz sevgilisinin komentlerini görüyorum ve
Yaaa mümkünse beni uzak bi gezegene, mesela venüs e falan bıraksınlar, tek başıma kafamı dinliyim, sakin sakin aklımı yitireyim... Ama ora da cehennem gibi sıcak memleket ve yaşam formları bulunma ihtimali de varmış ilerde, olmas, bakteri de olsa benden başka canlı olmasın, ben orda da aşık olcak bi bakteri bulurum kendime, sonra işin yoksa şekilsiz terliksi bi yaratığı, gözle görülmeyen bi rakibeden ayırcam die uğraş dur, ı ıhh venüs olmas...Tamam buldum, beni Altın Kalp’e ( merak edenler ekşi’de #9972766 nolu entry e baksın ) atsınlar, ööle boşlukta süzüleyim durayım, arada major Tom u görüp selam çakayım mesela...
Gecenin 04.06 sında beni yataktan kaldırıp post yazmak durumunda bırakan o “naif”, herşeyin en güzelini hakedesice, çılgınca mutlu olasıca şahsa sezen aksu dan onu alma beni al isimli şarkıyı hedaye ediyorum :D
Hııı sizi de bööle şeylerle muhattap ediyorum, ama onun derdinde deilim şindi... Zaten blog benim bloğum deil mi? Benim... Peki neden bu tereddütler, ayyh kimse kırılır mı incinir mi hissiyatları? Nerde o kimsenin bilmediği yalnız zamanlardaki rahatlık, bi özgürce atıp tutma/ağzına geleni söyleyebilme, en mahrem en yüz kızartıcı düşünceleri,hayal kırıklıklarını, döt oluşları terapi misali kendini eğlendirerek yazabilme lüksü? Demek ki ben deilmişim bu alanın sahibi artık
Yarın film festivaline Paprika ile kenarından köşesinden bi yerinden bulaşılıyo mimi hanımla (tabi ben uyanabilirsem ! )... Devamı gelir diye umuyoruz, characterization of hedehödö materials adlı abidik dersin gubidik quizine çalışıyoruz, çilekli milkshake e elveda diyip taze sıkılmış portakal suyuna merhaba diyoruz, küresel ısınmadan nefret ediyoruz,kendimiz gibi gelecek nesiller için şimdiden üzülüyoruz.. yol kenarına zift döküp zavallı kaplumbağaları ölüme terkeden aptal, salak, gerizekalı işçileri kınıyor, cehaletin,medeniyetsizliğin gözü körolsun diyoruz.... sonra uykusuzluktan akmaya başlayan burnumuzu silip bir bardak ılık süt içiyoruz,derken bizim gibi hep ılık süt içen Işıl'ı, mısır seven Ömer'i anıp ata bakan kahrolası popüler Ali'ye gıcıklıklarımızı iletiyoruz... Bi ip atlayan vardı onun adını unuttuk.. Onu da çok seviyoruz. Sizi de seviyoruz.. Bu arada biz kim oluyoruz onu da bilmiyoruz ... Yine de her bi trfınızdan öpüyor, iyi günler/geceler diliyoruz...
4 yorum
Çağrışım Silsilesi...
Monday, April 02, 2007 ...priss...
• Ben Bir Robotum Ama Sorun Değil’ e hiçbir yerde bilet bulamamak, çıldırmak, delirmek, kızmak, çok kızmak, yerli yersiz yetkililere, elinde tomar tomar biletle ortalıkta gezenlere kızmak, sonra sadede gelip yumurtanın kapıya dayanmasını bekleyen (her zamanki gibi) kendine kızmak...
• Festivali okula tercih etmenin vicdan azabıyla kendine karşı ara sıra saman alevi misali parlamak...
• Mahşer-i Cümbüş için Kubi' den çok özür dilemek, önümüzdeki haftalara falan ertelemek, aslında son zamanlarda bolca bir şeyleri erteleme pratiği yapıyor olmak ve bu konuda kendini aşmaya başlamak...
• Oi Va Voi konserine nihayet gidebilmek ama 4 attendance' lı cumartesi günü gitmek istemek. Kalabalıkları sevmemek...
• 3 Temmuz' da, Harbiye Açık da Blonde Redhead konseri haberini almak, yüreği pır pır etmek...
• Popüler Türk gruplarından beğenilen tek topluluk olan (bknz. Duman' dan nefret etmek, yaptıkları şeye müzik değil eziyet diyebilmek ) Mor ve Ötesi' nin büük düşler albümünü almak gerektiğini hissetmek, ama kalkıp megavizyona gitmeye üşenmek...
• Kadın olmaktan periyodik olarak nefret etmek (anladın sen onu), vücuttaki fizyolojik değişimleri görüp isyan etmek, majezik diye bir ilacın varlığına şükretmek...
• Victoria's Secret' ın Türkiye'de mağaza açacağını duyup da inanamamak, ilkin sevinçten salsa yapmak, sonra bi an durup gelseler dahi, bunların Ümraniye'den çıkıp Amerika üzerinden bize kat be kat geri satılacağını düşünmek, kapitalizm e lanet etmek...
• Baba ile buzları eritmek, aylardır ilk defa yüzüne bakıp üstelik birde uzuun uzuuun konuşabilmek... Babayı yeniden sevmek... göbeğini, incecik bacaklarını,yosun rengi gözlerini, ak düşen saçlarını, estetikli burnunu sevmek... Nice zaman sonra kendi namına sorumluluklarını farketmek,ayaklar yere sağlam bassın diye kanatları hareketsiz ve gergin konuma geçirip inişe geçmek... Belki de buna ihtiyacı olduğunu hissetmek...
• Anne babanın yatağında uzanmış kitap okuyorken, odadaki saatlerin karşılıklı bir ritim tutturduklarını farketmek, bir süre dinleyip hoşlanmak, sonra dışardan gelen araba, kedi-köpek, çoluk çocuk seslerinin de bunlara birer birer katılmasıyla kendini fabrikadaki Selma (björk ilahesi) gibi hissetmek...
• Catherine Deneuve e tapmak
• Uzun postların insanı olduğunu hissetmek...
• Elinde her daim mürekkep lekeleri taşımak, kalemlikteki suç aletini bir türlü odadan uzaklaştıramamak, aslında elinde boya lekeleriyle dolaşan sanatçı ruhlu kimselere gıpta etmek ve hatta lise yıllarını bir süre onlar gibi geçirmek, üniversitede körelmek, durağanlaşmak, gerilemek ve nihayet V=0 konumuna geçip zorunlu potansiyel enerji biriktirmeye başlamak... Henüz şarjı (yoksa şarz mı desem ;) ) dolduramamak, ama mutlu sona az kaldığını hissetmek.. Kinetik enerjinin, ekşının hastası olmak ama şimdi gidip uyumak zorunda olmak...(bknz. sersemliğin doruklarında dolaşmak)