Priss Hanım' ın Son 4 Günü...( ölmüşüm gibi oluyo böyle,ama yarın kıyamet koparsa - ki yarın cuma mesela- neden olmasın- doğru bir ibare olur...)
Thursday, March 15, 2007
...priss...
Pzts : Sabah 8.30 da ders vardı, tabii ki akşamdan kalma bünye uyanamadı ve okula gidemedi. Anne, “ Kısıım senin okulun yok mu? ” diye tepeye dikilince, “ Hııı, eet okul… Çıkıcam birazdan anne ” diyip alel acele
lysim hanım ın cd leri hazırlanıp dışarı fırlandı. Jüjü’yle buluşmak üzere dolmuş beklerken abla aradı, “bende geliom, okula gitmiicem.” dedi ve abla kardeş kendimizi kuaförde bulduk (kuaför nerden çıktı demeyin, ben de bilmiyorum, ablamlayken bu “ben ne arıyorum burda” yahut “şuan burda olmamam lazım” hissini sık sık duyumsarım... ) Bu esnada jüjü telefonumu düzenli aralıklarla taciz etti, zira 16.30 olan buluşma saati 18.00 a alınmıştı ve onun bundan henüz haberi yoktu !

Kadıköyünde jüjüyle buluşuldu, ablamla göbek tokuşturan sevimli sumolar misali kucaklaştılar, jüjü o gün benle ilgilenmedi, sinir oldum (beni de sevin ulen !!! ) Sonra ne oldu hatırlamıyorum, sanırım kuruyemişçiden o taze fındıkları bugün almıştım.
Salı: Hayatımın en özel, en free günlerinden biriydi. Bugün niye okula gitmedim bilmiyorum ama eminim ki geçersiz bir sebebim vardır. Yine anne baba kandırıldı, okula gidiyorum diye evden çıkıldı, Koşuyolu' nda avare avare dolaşılıp çömecek sakin bir mekan aranırkene
NEST adlı mucizevi, tapınılası, ultranezih, überpostmodern, pek bi tasvir ötesi mekana rastlandı ve ilk görüşte aşk hakkında fikir edinildi. Okula gitmemesi için ayartılacak arkadaş ararken benim kadar rahat, boş ve Anadolu yakasında ikamet eden bir arkadaş sahibi olunmadığı farkedildi. Eeh zaten 20 Nisan a kadar yeniden yazmam gereken, şu haliyle berbat bir kurguya sahip bir hikaye vardı elimde, acilen ilham perisini baştan çıkartıp bugünü benimle geçirmesini sağlamalıydım.
Salı günü çok güzel bir gündü. Yağmur çok masum yağıyordu, 59 no lu kapının aralığından üstüme üstüme ilham dalgaları gelmeye başlamıştı, Kubi Bey'in sms leriyle düzenli olarak durdurulsa da nihayet içime sinen, umut verici 5-6 cümle yazabilmiştim ki… Telefonum acı acı çalmaya başladı, arayan yine ablamdı, “
Sena, napıyosun ” dedi. Kendisine Nest adlı güzide bi mekanda leziz bir sosla bezenmiş Meksika usulü elma dilimli patates yemekte olduğumu ve patatesin üzerinde gayet şuh bir şekilde sereserpe uzanmış olan erimiş kaşarlarımın donmaması için kısa kesmesini söyledim. “
Bi yere kaybolma, okula gitmiicem, bende o patateslerden istiyorum ” dedi ve 10 dakika sonra “
Huuu… Süper mekanmış burası” diyerek yanımdaki koltuğa çömdü.
Kısa süreli bir geyikten sonra o resim çizmeye başladı. ( bi Mısır totemi çiziyodu, adamın bikini bölgesindeki örtüyü kaldırırsa daha protest bi çalışma olacağını söyledim, "
bsg sena " dedi.. Sadece fikrimi söylemiştim oysa ki…

). Ben ise, küsüp bana dötünü dönen ilham perimle barışmak için panik içinde, kalemimi, yazılacak herşey tükenmiş hissi veren koyu siyah bir noktanın hemen ilersinde, parmaklarımın arasında döndürmekle meşguldüm. Mekandan karşılıklı olarak yaratıcı ve tatmin edici kaave falları bakılıp kalkındı ve Kirpi’ ye gidildi, “
aaa Koray ( Kargonun şeysi işte.. o Koray ) pek de kepçe deilmiş, eeh yapılı da bi adammış, tv de minik duruyodu” izlenimi edinildi ve "
Mocha en estetik nasıl sunulur?" sorusuna "
Kirpi deki gibi" cevabının verilmesi gerektiği anlaşıldı. Akşam 8 gibi ev özlendi, son bikaç yere daha uğranıp eve dönüldü. Sonra kayda değer bişeee… Hııı… gece
SIMON BEY’LE BARIŞILDI , yeniden kaynaşıldı, günlerdir affetmesi için çırpınan zavallı yüreğime buz gibi soğuk sular serpildi, duyulan “cossss” sesiyle kaybedilen huzur hissiyatı yeniden hatırlandı, kendisine bir daha ayrılmamamız dilekleri iletildi… O da bana “hadi ordan ibiş” gibisinden şeyler söyledi… Biliyorum o da seviyo beni
Çarşamba : Çok salak, gereksiz bir gündü.. Bugün de gitmedim okula. İşsiz kaldığını eşine söyleyemeyen kocalar gibi hissetme hali daha bir alevlendi. Hava çok fenaydı ve en yakın yer olan Değirmen'in sera ortamına gidildi elde laptop la.. Her nedense halen daha hikayemi tamamlayabileceğim umudu taşıyordum. Bir tarafta Marie Claire, bi tarafta bembeyaz boş bi bilgisayar ekranı… Bir süre ikisi arasında kararsız bir şekilde gidip geldi gözlerim ve dergi kapağında yaldızlı harflerle yazılmış “Küresel Isınma… Son on senemiz mi?” başlığıyla... haha tamam tamam yalan söledim onun hemen altındaki “SELÜLİT… BU DEFA KURTULACAKSINIZ !” başlığıyla ayartılıp bir hışımla kapatıldı bilgisayarın ekranı… Zaten orasına burasına sticker yapıştırmıştım, baktıkça sinirim bozuluyodu o alete…
Bir süre dergiyi okudum, bu senenin moda saç kesimleri, angelina nın kocamanlığı ve seksiliği sinirimi bozan dudakları, trendin esmer kadınlara yöneldiği ve hatta esmer kadının ölümüne seksi ve mükemmel olduğu (hahaa biliyoduum !!! Ben iştee

) , Ziegfeld’in kadınları ( bu, dergideki en kayda değer haberdi bence. Bu kadınlar cidden çok ilginç, belki bi ara iyice araştırırım, 1900 lü yılların başında sıradan bir hayat sürerken / manikürcü, asansörcü, terzi, banka memuru vs. gibi meslek gruplarından / çektirdikleri siyah beyaz fotoğraflarla yıldızlaşan, caz çağının güzeller güzeli anonim showgirl leri imişler… Ayrıntılı bilgi için
dergiyi alınız.. ) haberleri incelendi ve hiçbir özelliği olmayan sıradan bir anda yine telefonum çaldı, arayan kimdi tahmin edin… Ablam !!! Yine aynı dialog :
- Sena nerdesin ?
- Değirmen’ deyim
- Tamam geliyorum …
:))
Bu kez ikimizin suratında da bu zoraki buluşmaların, gidilmesi gereken yerlere bir türlü gidememenin can sıkıntısı yerleşmişti. Ben kabus gibi bir tiramisu yedim, o da minik, şekilsiz börekler yedi. Marie claire’ in içindeki tester lar bir bir üzerimde denendi ve en son hayatımın fondötenini bulduğum gün olarak kayıtlara geçecek bu gerizekalı Çarşamba gününü bu önemli gelişmeyle anlamlı bir hale getirdim. Hıı bir de saçlarımı kızıla boyattım ama bu rutin bir iş… Ama bu kez daha canlı bir kızıl oldu… Neyse canım ikinci yıkamadan sonra hepsi akıp gidecek zaten, bu acı bilinçle olayın üzerinde daha fazla durmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum.
Son üç günde ikimiz de alakasız bahanelerle evden çıkıp, akşam eve beraber döndüğümüz için durum trajikomik bir hal alıyordu, bu sebeple ablamı önden eve gönderip gördüğüm ilk “seçkin eczane” ye girip Vichy nin mucizevi fondötenini (normateint) aldım, bütçemde bir kara delik daha açtım, sonra kuaföre girerken Funda cicisi aradı, “
gel bize kedi sev” çağrısına heyecan içinde “
oleey oleey geliom” reaksiyonu verildi. Lakin sonra kuaförden akşam 18.30 da çıkılıp havanın rezilliği göz önüne alınınca, ekilen ( ve ekildiği çok geç haber verilen) arkadaşlar listesine bir yenisi daha eklendi, biliyorum bu kötü bir huy
Günün gerisi hiç iç açıcı değildi. Ablam, kendisi için, derhal sevdiklerine iletmesi korkunç derecede aşırı (?!) önem ihtiva eden taze öğrendiği bir bilgiyi paylaşmak için beni huzursuz uykumdan uyandırdı ve gittikçe yükselen bir volümden gergin bir tartışma yaşadık. Konu, merak edenler için söylüyorum,
DİN idi… Kaşları almanın ve lens takmanın günah olduğunu açıklamışmış Diyanet.. Ben bunu saçma bulduğumu, Allah’ ın bu tür kıl tüy meseleleriyle uğraşmayacağına, zaten diğer çok daha mühim dünya meseleleriyle başının yeterince ağrımakta olduğuna inandığımı ve eğer yanılıyorsam da öteki dünyaya yanımda bol miktarda yanık kremiyle gitmem gerektiğini sandığımı söyledim. Hatta kefenime kocaman bi cep yapıp içini krem ve çilekli milk shake lerle doldurmalarını da vasiyet ettim.. Bana acıdığını söyledi, çıkarken ışığı ve kapıyı kapatmasını rica ettim…
Perşembe: Kendisi halen daha sürmekte, ve evet yine okula gitmedim… Nest’deyim,(bknz. bu masam;

)
kağıda yazıyorum bunları eve dönünce bil. e geçireceğim. Bu arada iğrenç bir yazım var (bknz. iirenç yazım ;
.jpg)
) bunları umarım sonra okuyabilirim. Birazdan Seda (bakınız ..
still alive vol 3 postu , ve bknz.
bakınız ın b.kunu çıkarmak ) gelecek, o gelene kadar hemen ötemde sol tarafımda oturan Etiler kaçkını grubun üzerindeki sigara dumanı bulutu ve kulaklara ziyan oktavdan can sıkıcı muhabbetlerinden kaçmak için yazıya sığındım. Minicik bir bedenden nası bu kadar ses çıkıyor ve bu denli aralıksız konuşmaktan ne zevk alınıyor anlamıyorum. Belki maruz kalan konumunda olduğum için bu krater gruptan sebep bu denli başım ağrıdı. Sağ ayağım çektiğim ağrı yüzünden zıpzıp kıpraşıyor. Yarın okula gideceğim, kaldığım bir ders var, ona giresim var, eeh arkadaşlarımı da özledim, göresim var …
Jüjü bizde kalıyo yarın, gelsin biraz sarssın toparlasın beni. Hmm belki Şerbet’ e salsaya gideriz, ayakım artık iyi gibi…
Aah Tanrım !!! Bu tüten insanlar, tütmeyen insanların, tütmedikleri için, tütenlerin tüttürdüklerinden ne kadar rahatsız olduklarını hiç mi düşünmüyolar ?!! Bu kadar geniş bir mekanda bile bu baş ağrısına sebep oldular yaa …

Saçımın rengi de pek bi güsel olmuş bu arada, bazen bakıyorum da gün ışığında süper duruyo (eet alçakgönüllüyüm, en çok bu huyumu takdir ediyorum

)
Şimdilik bu kadar, Seda hanım 5 dk sonra burda olacakmış, dükkanı acilen kapayıp gitmem gerekiyor. Bi hafta demiştim, 4 gün oldu ama bana 1 ay gibi geldi. Bundan sonrası güzel olacak ama sevgili blog.. Simon Bey olacak, gidip dinlenecek, bu vicdan azabından beni kurtaracak dersler olacak, çeviri yapıp para kazanılacak, ihmal edilen arkadaşlar aranacak, salsaya gidip kalçaların canına okunacak…. Ayyh ama bu da nesi ki …
Kid Loco- Cum’on dinleyin güsel insanlar ama bakın uyarıyorum aile ortamında dinlemeyin, mesela sen
mimi, dikkat et anaanen duymasın, yazık kadına… Oops neler duyuyorum tööbe estafullah, ahaha eşşek ben keyfim yerine geldi 2 dk da

…
Bitirdim hadi hoşçakalın kıymetli okurlar
Sıcağı sıcağına editler : • Yazım gayet de okunuyomuş bea.. kendime çok haksızlık etmişim
• Deryaa... Seni sefiorum !!! Verdiğin ilaç 10 dk da geçirdi başağrımı, sildim gözyaşlarımı…
Arveles die bişey aklınızda bulunsun, yeni gelmişmiş Türkiye' ye…
Kid Loco- Cum'onLabels: ebedi sanılan küslük halinin sonu