Still Alive Vol. 3
Saturday, January 06, 2007
...priss...
Uyarı: Aşağıdaki yazıyı, parantez içeren her bir cümleyi önce parantez yokmuş gibi okuyup,sonra parantez içindekilere dönerek tamamlama metoduyla okumanızı öneririm. Parantezli cümleleri tek seferde okuyup bir anlam çıkarabilmek için sağlam bi odaklanabilme kabiliyeti gerekiyor ki bende var diyorsanız bu uyarıyı dikkate almayabilirsiniz elbet...Buyrun başlayalım...
Merhabalar…
Nihayet elimizde yepyeni bir yıl var. Her ne kadar 2007 açıklayamadığım,içgüdüsel bir nedenden ötürü itici gelse de, 2006 çok uzun sürdü sanki…Hem zaten 2006 da diretiyor olsam kendi desteksiz hayat mottomla ("değişim iidir") çelişmiş olurdum..Gerçi mottonun kendisi hayat ve gerektirdikleriyle çoğu zaman çelişiyor ama benim de kırık dökük,derme çatma başımı sokacak bi mottom var en azından..Onla da olmuyor onsuz da…tıpkı kadınlar gibi… ( höö ?)
Peki elimizde başka neler var ?
Hâla kış uykusuna yatamamış ayılar ( bu ayılar da bana dert oldu ! ), Uşak semalarında görülen ufolar, salyalar akıtılarak, kredi kartındaki son limit zerreleri zorlanarak alınmış ve tepemizde cayır cayır yanan güneş yüzünden henüz giyilememiş kışlık şapka,eldiven ve atkılar, her senenin olmazsa olmazı "Eurovision’a Türkçe şarkıyla mı girelim İngilizce şarkıyla mı?" tartışmaları, ben hemen aşağıda görülen
odanın içinde günlerdir yatacak boş alan ararken, 14 yaşında okyanusu geçen veletler vs…
Yeniden yazmaya başlamamdan “mutluluğu ve huzuru her hücremde hissediyor” olmaya başladığım sonucunu çıkarmayın lütfen.. Zaten “Eee hani yazmııcaktı, ne kolpa bloggermış bu” gibi reaksiyonlar beklemiyorum çünkü bloğumu bilip de okuyan azınlık benim reelde de ne kadar yalan,sözüne güvenilmez,ipiyle kuyuya inilmez,tutarsız bi insan olduğumu bilirler =))
Dediğim gibi hayatımda değişen hiçbir şey olmadı bu yazmadığım zaman zarfında, masa lambam hala bozuk, geceleri mum ışığında kitap okumak zorunda kalıyorum ( bu arada perdeler mumdan simsiyah oldu, neyse ki annem gelince yemek yapmaya çalışırken alev alan tencere ve aspiratörü gördükten sonra perdeleri pek umursamayacaktır
), bu içimdeki aitsizlik hissi de hala devam diyor. Son 2 haftada İst-Ankara-İzmit-Bursa ve 16 ocakta tekrar Ankara olmak üzere toplamda kaç km gitmiş olacağım bilemiyorum…Babama söyleyecek yalan da kalmadı,teknik gezi, konferans, sedalarda kalıcam vs.. Seda demişken dün bir efsaneyi daha çürüttük, anlatayım :
Bu biraz yerel bi efsanedir. Kahramanımız,Acıbademli olan herkes tarafından tanınan "
Tartalım Amca"(ekşi’de entry’si de vardı ama bulamadım şimdi). Meczup(yani
) bir kişi olan bu şöhretli amcamız Acıbadem e geldiğim ilk yıl ( 10 yıl önce) benim de ödümü koparan klasikleşmiş hareketiyle kalbimi çalmıştı. Acıbadem ‘in çıldırmadığı sakin,sessiz zamanlardı onlar, caddede kaldırım taşlarına dalarak bir nevi trans halinde rahatça yürüyebileceğiniz zamanlar… O zaman bu amcamız Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nin önündeki dolmuş durağının orda, bir elinde selpaklar, önünde tartısı sinsi sinsi çömmüş, avını beklerdi. İşten, okuldan veya alışverişten yorgun argın dönmekte olan sözkonusu av ise çoğunlukla başı önde dalgın dalgın yürümektedir. Oysa o bekler..sabırla avının düşüncelerinde en derinlemesine boğulduğu anı bekler… Kimisi kozmik bir "
düşünce yoğunluğu ölçüm radarı" kullandığını iddia etse de bu başka bir efsane konusu oraya hiç girmeyelim şimdi..Dediğim gibi bu pusuya yatmış kurnaz kişilik, uygun anı bekleyip yakaladığı anda elindeki selpakları inanılmaz bir çeviklikle burnunuza dayayıp birden “TARTALIM” die bağırır (selpak ve tartı arasında bir bağ kurmaya çalışmayın,kesinlikle hiç bi alakaları yok! ) ve benim gibi beklenmedik olaylara ani, kontrolsüz tepkiler veren (donup kalmak,yer,mekan kaygısı olmadan çığlığı basmak gibi) insanlardansanız kendinize gelip hayati fonksiyonlarınızı geri kazanmanız birkaç saatinizi alabilir…
İşte dün Sedayla Acıbadem de alışveriş/gezinti amaçlı avare avare dolaşırken bi an tartalım amcadan konu açıldı ve dedi ki : “biliyo musun tartalım amca saati sorduğunda bilebiliyormuş…”. Bu iddia ruhumdaki mythbuster'ı depreştirdi ve “ee soralım bakalım” diyerek arkadaşımı cevapladım. İşlerimizi halledip günün sonunda eve dönmek üzereyken amcanın mekanına yaklaşınca Seda'ya saate bakmasını söledim “oraya varana kadar 18.45 olur ” dedi. Ve oraya vardığımızda amcanın geçmiş zamanlarda dellendiği anlardaki vukuatlarını(durduk yere coşup,oturduğu yerden ömrümde duymadığım,ilginç küfürler sallaması,ve yine aynı sebepsizlikle hatrı sayılır bi oktavdan attığı kahkahalar vs..zira zıtlıkların adamı kendisi azizim!) da hatırlayarak hızlanan kalp atışlarımızla beraber baya baya tırsmaya başladık. Suratımızda korkudan donmuş embesil bi ifade, geçip gidiyoruz adamın önünden derken cesur dostum bi anda döndü ve “saat kaç? ” die sordu amcaya. Sanki deli olan bizmişiz gibi anlamsız anlamsız bi süre baktı yüzümüze ve gayet beyfendi bi şekilde sol kolunu sıyırıp saatine bakıp “18.45” dedi... Ardından yine mendilleri dayadı burnumuza. “Saol” diip arkamızı dönüp kaçtık. Sonraki dakikalar duvar kenarında 2ye katlanıp gülme krizimizin geçmesini bekleyerek geçti...
Evet efsane bir bakıma doğruydu, amca gerçekten de saati biliyodu ama bizim umduğumuz gibi telepatik,mistik güçleriyle değil, kolundaki Casio saatle ! Zaten hayatta olağanüstü,açıklanamayan şeyler yoktu,varsa bile bizim buralara pek uğramıyolardı.. O zaman neden halen daha geceleri açık olan dolap kapımdan paltomun içine girip bana dik dik baktığına inandığım hayaletler yüzünden uykularım kaçıyor? Gerçi çocukluğunu, cin/peri hikayeleri dinleyip ruh çağırarak (hatta daha ilkokulda tuvalette düzenlediği seanslar yüzünden arkadaşlarını korkutuyo gerekçesiyle disiplin cezasıyla tanışarak), izlediği korku filmleri ve çizgi filmlerdeki şer güçleri her gece rüyasında görmek zorunda kalıp ablasını yanında yatmaya ikna edebilmek için kendini 2 yatak arasına köprü misali asıp merhamet bekleyerek geçirmiş bir gençten bahsediyoruz burda !.. Eminim Freud bunun için çok mantıklı açıklamalar getirmiştir.
Gitme zamanı artık.. Bugün annem yurtdışından dönüyo,sıcak çorba hasretim sona erecek nihayet (hazırları sefmiyorum işte
)sadece çorbalarını deil annemi de çok özledim ama evin halini,odamın görüntüsünden yola çıkarsanız tahmin edebilceğinizi umuyorum :(
Bu arada sanırım vizyondaki tüm Türk filmlerini en son beynelmilel’e de (hem de 2 kere,ilkinde ortasında uyumuş kalmışım ) giderek izlemiş oldum ve sırf onlarla ilgili genel yorumlarımı içeren bi post yazsam mı yazmasam mı, hadi yazasım geldi diyelim, onu yazacak zamanı ve şevki nereden bulacağım bilemiyorum ama şimdilik bu kadar nokta